SKT : "KARA KOYUNUN EFSANESİ"

NOSTALJİ'DEN KALAN YAZILAR

Seher Keçe TÜRKER'in kaleminden

"KARA KOYUNUN EFSANESİ"

"DENİZLİ"

"Köyün çobanı, kepeneğini omuzuna aldı. Çarığını bağladı. Kavalı elinde sürüsünün başına geçti. Köylü hayvancılıkla geçindiği için sürü kalabalıktı. Birçok Sürü sahibi vardı. Her sürü sahibi koyunlarını aynı şekille işaretlerdi. Ahmet ağaların sürüsü kırmızı boyalıdır. Bey, sürüsüne turuncu rengi seçmişti. Hasan Efendilerin sürüsü kınalıdır. Uzun Mahmut, sürüsüne yeşil rengi vermişti. Mavi, sarı boyalı sürüler de vardı.

Köylü, yörenin en iyi kaval çalan çobanını seçmişti. Bu çoban kimsesiz bir delikanlıdır. Koyunları sever, onların dilinden anlardı.

Dağlar onun için ayrı mana ifade ederdi. Bahar mevsiminde taze otlar her yanı sarardı. Yeşilliğin içinde renk renk çiçekler olurdu. Çoban bu güzelliklerden gözünü alamazdı. Kavalını, uzun uzunçalardı. Koyunlar hem otlanır hem de kavalın güzel sesini dinlerlerdi. Çoban, koyunların kavalını dinlemesinden çok hoşlanırdı.

Çoban, karnı acıktığı zaman koyunların birinden süt sağar, içine köy ekmeği doğrar açlığını bastırırdı. Bazen tanrı misafiri de olurdu. Yiyeceğini onlarla paylaşırdı. Köyün kadınları günde iki kere, yaylaya süt sağmaya gelirdi.

Öğle vakti kadınlardan biri, çobana yiyecek getirirdi.

Buna çoban nöbeti denirdi. Bu yörede kadınların sürünün yanına gelip süt sağmalarının adına da "beri" denirdi.

Kadınlar beriye giderken rengârenk giysilerini giyer, süt bakraçlarını omuzlarına koyarlardı. Güle oynaya yaylaya çıkarlardı. Herkes sürüsünü sağardı. Bakraçlarını sütle doldurup köye doğru yola dizilirlerdi. Köyün ortasından ve çeşme başından geçerken süt dolu güğümlerini etekleri ile saklarlardı. Bazıları da güğümüne mavi boncuk takardı. Böylece sütü bol olan koyunlarına nazar değmeyeceğine inanırlardı. Beriye gitmek eğlenceli bir iştir.

Çoban, ilkbaharda, sürüyü otlatmaya başladığında önce her gün köye geri döner. Daha sonra bir gece dağda kalırlar. Daha sonra birkaç ay dağda kalırlardı. Köye inmezlerdi. Onun için kadınlar, beriye giderlerdi.

Çobanın eşeği, kavalı, el feneri ipi, yün çorapları, kepeneği, su kabı ve değneği vardır. Yiyeceklerini koyduğu kabı ve bir de köpeği olurdu. Bu köpeğe çoban köpeği denir. Hepsi bir bütündür.

Çobanın köpeği sürekli yanındadır. Çoban uyuduğu zaman ve gece sürüyü bekler. Çoban, gece kepeneğinin içinde uyur. Kepenek, çobanların omuzlarına aldıkları dikişsiz, kolsuz, keçeden üstlüktür. Çobanlar tarafından giyilen bu keçe, beyaz ya da mor yünden yapılır. Genellikle nakışsız olur; göğüs kısımlarında nakışlı olanlara da vardır. Tek parça halinde yapılan, yaz günlerinde gölge sağlamasından dolayı serinlik, kışın ise sıcaklık verir. Ustalık ve özen istemesi bakımından dikişsiz türleri daha kıymetlidir.

Çoban, bir gece Kızılırmak kıyısında, yüksek yaylada, kepeneğinin içinde uykuya daldı. Uyumadan önce; en uslu koyunu olan Akkız'ı iple koluna bağladı. Gece yarısı koyunlar otlamak için hareketlendiler. Akkız da onlarla gitmek istedi. Hareket edince çoban da uyandı. Hep birlikte sevine gittiler. Sürünün gece otlamasına "sevin" denir. Yaylanım mehtaplı gecesi koyunları hareketlendirirdi. Meleşir, mis kokulu, yeşil otlardan, rengârenk çiçeklerle otlanırlardı.

Günün ilk ışıkları ile dinlenmeğe başlarlardı. Yan gelir, geviş getirirlerdi. Çoban da uyur, Çomar, sürüyü beklerdi.

Çoban uyanınca, alırdı kavalını eline, bir hava tuttururdu. Bu hava baharda çoğunlukla "telez havası" olurdu. Telez, koyunların en hoşlandığı ottu. Onu yerken neşe dolarlardı. Çoban da onların neşesine ortak olurdu.

Çoban ve sürüsü uyum içinde yaşarlardı. Hafta da bir gün köye tuz yemeğe inilirdi. O gün bayram gibidir. Sürü, salına salına iner dağdan. Boyunlarındaki çanlar, yürüyüşlerine uygun tempolu sesler verirdi. Çoban da alır kavalını "çan havasını" çalardı. Köylü, onların yolunu beklerdi. Köye girince, sesler birbirine karışırdı. Bütün koyunlar kendi evlerini tanırdı. Sürüler halinde, neşe içinde evlerinin yolunu tutarlardı.

O gün koyunlar, köyde tuz yer, sayılırlardı. Ertesi gün tekrar dağlara dönerlerdi. Çobanın, davorası vardı. Kendisi de işe davora olarak başlamıştı. Yani çoban yardımcısıdır. Çobanın işi çıkarsa, sürüyü davoraya teslim ederdi. Davora da koyunları çok sever, kavalını düşürmezdi elinden. Bu hafta, sürüyü davoraya teslim etmek istiyordu. Köyde birikmiş işlerini yapması gerekliydi. Koyunlardan ayrılmak çok zor bir işti. Çok gerekmezse koyunlarını kimseye teslim etmezdi.

Köye tuz yemeğe geldikleri bu hafta, biraz dertlidir çoban. Ahmet Ağanın bir koyunu yardan yuvarlanıp, telef oldu. Gece yaylada kurt uluması duyan koyunlar ürkmüştü. Ahmet Ağanın koyunu ters yöne kaçıp, yardan aşağıya yuvarlanmıştı. Çomar gerekeni yapmıştı. Kurdu kovalamıştı ama koyunun düşmesini engelleyememişti. Çoban koyunun kulağını kesip darafa olarak köye getirdi. Yani mal sahibini, koyunun öldüğüne inandırmak için çoban, bir işaret getirmelidir. Bu da koyunun kulağı oldu.

Çoban, hayatını hiçe sayarak yamaçtan aşağı inip hayvanın kulağını kesti, getirdi. Ahmet ağa, ağalığını gösterip;

-Oğlum, kendini ne diye tehlikeye attın. Bir koyunun lafı olmaz. Senin canın sağ olsun, dedi.

Çobanın işi gücü koyunlarıydı. Sabahın erinde dağlarda şu yamaç senin, bu yamaç benim geziyorlardı. Koyunlarının sağlığıyla sevinir, onların hastalığıyla üzülürdü. Bir koyunun tırnağına taş batsa, uykusu haram olurdu. Sabaha kadar, kırk kere kalkıp bakardı, kırk türlü ilaç sürerdi yaraya. İyi olana kadar omuzunda getirip götürürdü koyunu. Avucunda ot yedirip, külahında su içirirdi. Bu nedenle, Çobanın koyunlarına zarar verecek bir şey yapmayacağını herkes bilirdi.

Çoban, ertesi gün köyün pazarına gitti. Anasının ihtiyaçlarını alacaktı. Pazar yolunda, Atlı arabanın içinde oturan, beyin kızı ile göz göze geldiler. Çoban, Beyin kızından etkilenmişti.

Gülhanım, köylünün deyişi ile ay parçası gibiydi. Allı güllü fistanı, parlak ela gözleri, alnına sıralanmış altın liralarıyla etrafındakileri büyülüyordu. Beyin kızı da çobandan etkilendi. Birkaç hafta bakıştılar. Sonra; beyin kızı bir gece yaylaya çıktı. Çoban kızın gelişine çok sevindi. O geceden sonra sık sık görüştüler. Aşkları dillere destan oldu. Kulaktan kulağa yayıldı.

Çoban, dağda kavalını çaldığı zaman, beyin kızı onun sesini duyardı. Odasının camını açar, dinlerdi. Kavalın nağmelerinden, çobanın demek istediğini anlardı. Nerede, ne zaman buluşacaklarını kavalın sesinden bilirdi. Çoban, bir gün kavalını çalarak sürüsünü otlatırken; beyi çekemeyen eşkıyalar dağda sürüye baskın yaptılar. Beyin koyunlarını almak, çobanı da öldürmek istediler. Eşkıyalar, çobanın elini bağladılar. Ancak sürüyü bir adım götüremediler.

Çoban;

- Kavalımı çalmazsam, sürü bir adım atmaz. Onlar kavalıma alışıktır, dedi.

- Müsaade edin de ölmeden önce kavalımı son olarak çalıp muradımı alayım. Eşkıya başı, çobanın isteğini kabul etti, elini çözdü. Çoban kavalını dillendirdi. Çaldı yanık yanık.

Dokuz atlı geldi sürüyü bastı,
Kıl bağı çok sıktı kolumu kesti,
Kara köpeciğim kanları kustu,
Sürünüz gidiyor ulaşın beyler.

Sesi duyan beyin güzel kızı, çobanın tehlikede olduğunu anladı. Hemen durumu babasına anlattı. Bey, adamlarını topladı, dağa, çobanın yardımına gitti. Çobanı ve sürüyü eşkıyalardan kurtardı.

Çobanın sürüsünün içinde, bir de Kara koyunu vardır. Çobanın gözü bu kara koyun ve beyin kızından başka kimseyi görmezdi. Karakoyun da çobana tutkuluydu. Karakoyun bir gün sürüden ayrıldı. Birkaç gün ortadan kayboldu. Bu arada bir kuzu dünyaya getirdi. Fakat nasıl olduysa kuzusu öldü. Buna çok üzülen çoban Kara koyun'un kuzusunu kaybettiğini düşündükçe; sevdiği kızı kaybetme korkusu içine dert oldu.

Beyin aklının almadığı bir konu vardı. İşin içinden çıkamadı. Bir süre sonra, kızını yanına çağırdı;

-Güzel kızım, çobanın tehlikede olduğunu

nasıl bildin? Diye sordu. Beyin kızı önce sustu, önüne baktı. Sonra;

-Babacığım, çoban kavalı ile bana haber

verdi, dedi.

-Kızım, kaval konuşur mu? Gülhanım;

-Ben, çobanın kavalını anlarım, dedi. Böylece, Bey de büyük aşktan haberdar oldu. Bu durum çobanı korkuttu. Kara koyun gibi kara kara düşündürdü. Karakoyun kuzusunu kaybettiği günden beri hüzünlüdür, düşüncelidir. Çoban da beyin kızını kaybederse; hayatının tatsız tutsuz geçeceğini anladı.

Bir gün bütün cesaretini toplayarak beyin karşısına geçti ve diz çökerek;

- Beyim, Allah'ın emriyle, peygamberin kavliyle kızını kendime eş olarak isterim, dedi...

Bey, işin ciddiyetini anladı. Önce kabul etmedi. Fakat çoban aşkı için yalvardı, ısrar etti.

Bey günlerce düşündü. Beye yakışır biçimde çobanı, kızından vazgeçirmek için bir çare aradı. Sonun da acımasız bir yol buldu. Çobanı, köyün meydanına çağırdı. Köy halkının huzurunda;

- Ey çoban, 'kızımı sana veririm ancak bir şartım var; kavalınla ün verirsen...' dedi. Meraklı bakışlar arasında sözüne devam etti;

- Sürüye, üç gün su vermeden tuz yalatıp, sonra da kavalınla Menderes'in suyuna salacak ve su içirmeden geri getireceksin, kızım senindir,' dedi.

Bey, çobanın bu işi yapamayacağından emindi. Derin bir nefes aldı. Çobana bakarak bıyık altından gülümsedi.

Çobanın başından kaynar sular döküldü. Telaşlandı. Şartın ağarlığından ürktü. Nasıl altından kalkacağını kendi de bilemedi. Buna rağmen çaresiz teklifi kabul etmek zorunda kaldı.

Çoban, üç gün boyunca kavalını çalarak sürüyü otlattı. Kavalı ile her bir koyuna ayrı ayrı yalvardı. Tuz yalattı. Dördüncü gün suya doğru yol alındı. Koyunlar, suyu görünce var hızlarıyla koştular. Başlarında kara koyun vardı.

Çoban, sürünün suya doğru koştuğunu görünce; kavalını çalmaya başladı. Öyle bir türkü tutturdu ki; ne dediğini, neler söylediğini koyunlar bir bir anladı. Şöyle yalvardı koyunlara:

Koyun seni yedi yıldır güderim,
Sizi kor da nerelere giderim,
Gülhanım'ı yedi yıldır severim,
Bildin mi sevdiğimi Alakoyun'um.

Ben sürümü yaydım yaydım getirdim,
Keyfi yetti, argacına yatırdım,
Bacın sağdı, ben südünü götürdüm,
Ablanı seveyim Ağcakoyun'um.

Ak taşlara tuzunuzu ekerim,
Siz yedikçe, melül melül bakarım,
Ben aşkımla yüreğimi yakarım,
Gördün mü sevdiğimi Karakoyun'um.

Karakoyun sana tuzlar yalattım,
Yalattım da ciğerciğim doğrattım,
İşte seni subaşına ilettim,
İçme koyun içme haydi dön geri,

Sözümü tutmanın şimdi tam yeri,
Tanla gelir sarı çanın avazı,
Kimi allar giymiş, kimi kırmızı,
Dönüp kılsam ben bir sabah namazı,

İçme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
Eğilip içenler onup yetmesin,
Yedip güden çoban gayri gütmesin,

Yaydığı yerlerde otlar bitmesin,
İçme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.

Hangi çoban size kaval çalacak,
Taze çimen, mor sümbüller solacak,
Gülhanım'ın gönlü öksüz kalacak,
Kanlım olma Akkoyun'um dön geri.

Ak koyunum koyunların beyidir,
Karakoyun yüreğimin yağıdır,
Yaylası da Üçkapılı Dağıdır,
Kanlım olma Alakoyun dön geri.

En çok Karakoyun'a güvenmektedir çoban. En çok da Karakoyun'dan korkmaktadır. Karakoyun kincidir. Yaman koyun Karakoyun. Sürü su içmekten vaz geçti. Geri döndü. Fakat Karakoyun kendi başına, bir koşu varıp suya ulaştı. Uzattı kafasını suya. İçti içecek suyu. Çoban daha içten daha yalvarmalı üfledi kavalını. Karakoyun durdu birden. Kulak verdi kaval sesine. Biraz daha yalvarmalı, biraz daha umutlu çalmaya başladı çoban. Kaval kavallıktan çıkmıştı artık. Kaval, kaval değil konuşan bir dil olmuştu.

Sürüden ayrılma Karakoyun'um,
Sulağa sarılma Karakoyun'um,
Gördünse darılma Karakoyun'um,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.

Kuzunu taşıdım, bahar çağında,
Gezdirdim otlattım, Çiçekdağı'nda,
Kurutma gülümü gönül bağımda,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.

Koyunum seni yaylalara çekeyim

Kınalı taşlara tuzlar dökeyim

Kuzun öldüyse sana kuzu yakayım

Ablam sağsın ben karşıdan bakayım

Sonunda ikna oldu Karakoyun. Meledi, zıplayıp çıktı çayın kıyısına. Fırladı birden sürünün önüne. Öyle bir yay çizdi ki, sürünün önünde, hızları kesildi. Yavaşladı durdular birden. Sonra Karakoyun önde, sürü peşinde ağır ağır girdiler suya. Bir tek koyun kafasını uzatmadı suya. Karakoyun tırnak tırnak attı suyu. Boz bulanık oldu suyun yüzü. Bir çırpıda geçtiler suyu. Bir Sevinç dalgası yayıldı köye.

Ancak Bey kızıyla çobanı evlendirmeden önce sordu: "Doğruluğunu, yiğitliğini kanıtladın oğul. Ama anlamadığım bir şey var. Karakoyun neden diğer koyunlardan ayrıldı ilkin. Kinli kinli suya girdi. Sonra sana bakıp da suyu içmekten vazgeçti. Karakoyun neden haşarıdır?" Çoban; "Bir gün ablama süt sağarken sağdırmak istemedi de elimle onun başına vurmuştum!" deyince, Bey "Kızımı hak ettin ve güveyim oldun." dedi.

O zaman çoban, kavalı bir yana atıp, eline sarıldı Beyin. Bey de kucakladı çobanı. Sonunda; koyunlar, neşe içinde meleşti, köylü sevinç doldu. Çoban ve Gülhan'ım erdi muradına.

Seher Keçe Türker"

20 Nisan 2013"